18 Ocak 2020 Cumartesi

"İhtik ya da dertler düzü" | 3 - Merhaba İhtik

     


               “Merhaba İhtik”   3

      Şikar'a bakan düzde böyle karşıladılar gelenleri.


      Şikar Deresine bakan bir tepenin yamacına toplanmışlardı. Büyüklü – küçüklü gelmişlerdi ikiyüz kadar. Davul – zurna Erzurum barını vuruyordu. Ve devam ediyordu çocukların içten gelen “heee heyyy” leri. Yamaç düğün meydanıydı sanki. Ayaklar Erzurum barıyla kalkıyor, Erzurum barıyla iniyordu. İliklerine işlemiş davul – zurna bunların Tüm Anadolu insanı gibi.

      Davul – zurnanın sesi Şikar’dan aşağı iniyor, kayalara çarpıyor tekrar geri dönüyordu. Keklikler ürktü kayalarda.

      Ve “Hee heyyy” lerle indik İhtik düzüne. En önde heryanı kırmızıya boyalı, üstünde mavi gül motifleri bulunan iki atlı bir at arabası. Üstünde bayraktarlar. Ve atlılar hışım gibi haber uçurdular köy içine. Dediler ki “Elizabeth Teyze geliyor, gaymaham ve de gazeteci beg geliyorlar” Ortalık sevinçten toz duman.
Bizi İhtik'liler burada böyle karşıladılar. Burası Şikar deresinin ucu ya da bitimidir İhtik'ten yana.

İhtik'liler "Elizabeth Teyzeleri' ni böyle karşıladılar. Her iki taraf da tekrar görüştükleri için mutluydular.

Ve ikindi güneşi Munzurlara doğru kayarken İhtik’e girdik. Köy camiine yakın bir evin kapısına, üstünde “İhtik’e hoş geldiniz” yazılı bir bez asmışlardı. Sonradan kitaplık olduğunu öğrendiğim alçak damlı bina, cami ve birçok evler bayrak, renkli kağıtlar ve balonlarla süslenmişti. Hatta yorgunluk çayını içtiğimiz caminin bahçesi bile

      Teker, teker gelip ellerimizi sıktılar. Halimizi sordular. Yorgunluğumuza bakıp güldüler bıyık altından. Haklıydılar. Cıvıl – cıvıldılar. Güleçtiler, dostça bakıyordu gözleri. Eskiler giymişlerdi çoğu, traşsızdıylar, elleri iri ve nasırlıydı. Ama bir güç taşıyordu sanki içlerinden. Kuşlar gibiydiler, koşuyorlar, deli – divane oluyorlardı konukları için.


       BİR GARİPLİK ÇÖKTÜ BİRDEN

      Biraz önce bizi karşılayan ve çoğu çocuk olan kalabalık dağılmıştı.

      Yöreme baktım. Sayılıydı kişiler. Birkaç köylü de karşıda, caminin önündeki damın üstünde toplanmıştı. Birden aklıma geldi, sordum. Hay gelmez olsaymış, hay sormaz olsaymışım... Dedim ki yüksek sesle “iş saati herhalde kimse yok pek köyde öyle mi?” dedim ve sustum. Herkes susmuştu çünkü. Hava bozuldu, hava karardı birden ve çıt çıkmadı bir süre. Yüzlerine baktım, bir hoş olmuşlardı. Dokunsam ağlayacaktı biraz önce “hee heyyy” çekenler.

      Ve neden sonra cevap verdi bir yaşlıca: “gurbetteler efendi, Isdanboldolar çoğu da ondan”. Hay sormaz olsaydım, hay dillerim tutulsaydı... Ben öğreneceğimi öğrendim ama topluluğun da tadı kaçtı. Gözlerine baktım düşünüyorlardı. Bir gurbetsi düşünce vardı gözlerinde İhtiklilerin. Hasret vardı, kızgınlık vardı, umutsuzluk vardı. Köyün önünde uzanan iki karış toprağa bakıyorladı bazıları. Bakıyorlardı da bir kafa sallıyorlardı, bir kafa sallıyorlardı...

     Köye girerken gözlerim damlara ilişti. Belki yüzlerce yazmalı, poşulu baş uzanmış damlardan gelenlere bakıyordu. Fakat burada kaldığım iki gün iki gece hep poşu ve yazma gördüm. Bunlar İhtik’in kadınlarıdır. Bunların biriyle konuşamadım. “Bacım niye böyle, anam yazıktır sen de insansın” diyemedim. Ama onları, o çoğunun kocası gurbette olan kadın – er kişileri İhtiklilerin yakın dostu Miss Elizabeth Mac Callum anlattı bana. Ben Anadolu kadınını tanırım. Sırası gelince onların da savaşını, onlarında derdini, onların da kara yazılarını anlatacağım size...

     Sonra yine bir gurbetçi olan Kemal Çakar’ın evinde karnımızı doyururken daha yakınlaştık. Daha anlattılar daha dinledim. Ne dertli insanlarmış Tanrım, nasıl yaşanır bu kadar dertle? Yaşanır, yaşıyorlar işte. Hem de nasıl yiğitçe. Ve bağırasım geldi, taa Ankara’lara, İstanbul’lara ve tüm aydınlarımıza: “Gelin görün, gelin hele aydınlar, efendiler, beyler ve ille de her ulusçu davranışa karşı çıkmayı kendine görev bilen bey eskileri gelin hele görün neler oluyor İhtik’de." Bağırsam no’lcak ki? Ben bağırıp ben dinleyecek olduktan sonra...

      Sonra bayraklarla, balonlarla süslü bir evde geçirdik geceyi. Kaymakam ve Sağlık Memurunun işi varmış. Yakın köylere gittiler gündüzden. Yatmadan önce yine Kemal Çakar’ın evinde toplandık. Kemal Çakar yeni gelmiş İstanbul’dan. Düğün varmış İhtik’de  de... Hem de sıla özlemini gideriyor. O anlattı, başkaları anlattı. Ve gece yarısına kadar oturup dertleştik. Bütün bu acılarına karşı gülüşüyorlardı sık, sık. Yani gülecek gücü de buluyorlardı kendilerinde. Çok yiğit kişiler şu bizim insanlarımız. Siperde güler, hapisde güler, yüz kilo yükün altında güler, aç güler. “Tanrı ağlatmasın” dediler  söz gülmekten açılınca. “Gülmeyecek ne varki ölüm olmadıktan sonra...”

      Ve bakalım, yarın neler olacak deyip, rahat bir uyudum o gece İhtik’li bir dostun evinde. Çift döşek sermişlerdi üst üste. Yoksa Şikar’ın derdi, Şikar’ın yorgunluğu birkaç gün oynatmazmış yabancıyı yerinden...


Gelecek Yazı : Dertler Düzü



Yayına Hazırlayan:
Abdullah Bozdemir

Kemahkalesi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder