19 Aralık 2019 Perşembe

"İhtik ya da dertler düzü" | 1 - Ver elini Şikar deresi



"İhtik ya da dertler düzü" Ya da Kemah ve Köyleri


Gazeteci Yılmaz Gümüşbaş, 1963 Eylül ayının ikinci yarısında Ulus Gazetesi muhabiri olarak Kemah Kardere Köyüne (İhtik) gider. Yapmış olduğu yolculuk boyunca ve 2 gün kaldığı İhtik'te izlenimlerini, değerlendirmelerini ve yaşadıklarını ve en nihayetin'de de Kemah'a ait gözlemlerini ve izlenimlerini bir yazı dizisi haline getirir. Sekiz bölümlük bu yazı dizisi "İhtik ya da dertler düzü" adı altında 9 Aralık 1963 tarihinden itibaren Ulus Gazetesi'nde yayınlanmaya başlar.

Yarım asır önce yayınlanan bu yazı dizisinde yalnızca Kardere Köyü'ne (İhtik) ve Kemah'a yer verilse de; İhtik'le hemen hemen aynı sorunları, çaresizliği ve arayışları yaşayan diğer Kemah köyleri için de benzer sonuçları çıkarmak pekala mümkündür. Zaten yazar da yazı dizisi boyunca bu konuya sık sık göndermeler yapmaktadır. O nedenle biz de yazı dizisinin ana başlığı olan "İhtik ya da dertler düzü" 'ne 'Ya da Kemah ve Köyleri' dedik. 
Diğer yandan bir gazeteci'nin gözünden Kemah'a ve geneline ait gözlem, değerlendirmeler ve bilgiler de Kemah'ın yakın tarihine ışık tutması açısından son derece önemlidir.

Peki neden Kardere Köyü'ne (İhtik) gidilmiştir? Onun cevabınıda yazı dizisinin sonunda yine gazetede yazılmış haliyle paylaşacağız.

Sizlerleri bu tarihi yazı dizisiyle başbaşa bırakırken; yayınımızın, maalesef bölgemizde yeterli düzeyde olmayan yazma, kayıt altına alma ve belgelendirme çalışmalarının önemine dikkat çekmesini umuyoruz.


Abdullah Bozdemir
Kemahkalesi

------------------------------------------------    ------------------------------------------------


        “Ver elini şikar deresi...”     1


      Bu öykü, Kemah’ın Bozoğlak Bucağına bağlı Kardere, eski adıyla “İhtik” köyünün.

      Bu öykü, adı “gurbetçi” ye çıkmış, fakat topraktan kopmaya gönlü razı olmayan binlerce insanın öyküsüdür.
Teker girmemiş, kuş uçmaz – kervan geçmez kayalaşmış topraklarda erkeğinin yerini doldurmaya uğraşan analara adanmıştır bu öykü.

      Siz buna bütün yoksulluklar, bütün yalnızlıklar içinde başlamış yeni bir savaşın türküsü de diyebilirsiniz. İhtik’de gün ışımıştır.

      Merhaba mutlu Türkiyem...


Bu öyküde denir ki...

KEMAH'ın Bozoğlak bucağına bağlı bir İhtik köyü vardır. Bu köy yolsuzdur, topraksızdır ve insanları gurbetçidir. Fakat insanları uyanmıştır,  dosttur, yiğittir. Bir yenilikler dizisidir gider İhtik'de. Dernekleri vardır, derneği yöneten öncüleri. Bir de bu köyün her derdiyle ilgilenmeyi görev edinmiş yabancı bir bayan. Kanadalı Miss Elizabeth MacCallum. Köylü, dernek, yabancı bayan
ve en önemlisi hükümet elele vermişler, İhtik'de yeni bir devir açıyorlar. Orman yapıyorlar, yol yapıyorlar, çeşme, kitaplık ve ark yapıyorlar. Çevresine örnek olmuş İhtik. Valiler, kaymakamlar gelmiş İhtik'e.

Ve İhtik, uyanan Türk köyünün bayraktarlığını yapıyor.


Ulus Gazetesi, 09 Aralık 1963

Burası Kemah Kalesi'nin giriş kapısıdır. Ve buraya ilk gelenler hep bu kapıda durur birer "Kemah hatırası" çektirirler. (Solda). Burası Kemah. İstanbul oteli hemen Kemah kalesinin altındadır. Pencerelerinden Munzurlar görünür. Karasu görünür. (Sağda)


      Günlerden bir öğle sonrası. Bulutlar kara çarşaflar gibi Karasu üstünde. Ve yağmur ha geldi ha gelecek. Siz buna eli kulağında deyin. Şikar deresini sorarsanız bir gurbet türküsü. Yalnız mı yalnız ve karanlık, ağlamaklı...
     
      Beşi atlı – beşi yaya biz on “adem”, ver elini Şikar deresinden İhtik’e. Sonra dost topraklar üstünde dost kişilerle iki gün – iki gece...
     
      Bu öykü böyle başlar...

     
      ERZURUM’DAN KEMAH’TAN

      Ve bir Eylül sabahıydı. Yol arkadaşım yabancı bayanla bindik “Doğu Ekspresi” ne. Yolculuk Ankara’dan başladı...
     
      Aynı gecenin sabaha yaklaşık bir saatinde Kemah’a indik. Kemah Kalesinin koyu gölgesi ta Karasu eteklerine inmişti. Bir ilkçağ karanlığı ki “eneee...”
     
      İhtikli Süleyman, genç Süleyman, dost Süleyman geleceğimizden haberliymiş. Almış lüks lambasını inmiş istasyona. Kemah’ın ışıksız sokaklarında önümüze düştü, yollar ışıdı.
     
      Yollar İhtik gibi aydınlıktı. Sağolsun Süleyman...
     
      Ve efendim uzatmayalım geceyi İstanbul Otelinde geçirdik. Dört yataklı bir odada dörder kişi yattık. Munzur dağlarının karanlık eteklerinde çakan yıldırımların ışığı ancak böyle çekilirmiş. Yoksa, yiğitlik bir yana, kişinin ödü kopması hiçten bile değil...
     
      Sonra sabah. İlk işimiz yabancı bayan arkadaşımla birlikte Kemah Kalesine çıkmak oldu. İhtikli Süleyman her karışını biliyor buraların. Bir saate yakın kaleden seyrettik Kemah’ı. Az önce uyanmıştı Kemah. Munzur dağlarının eteklerinden ilçeye inen keçi yollarından köylüler geliyordu. Karasu bulanık akıyordu. Kayalar kartal gibiydi. Ve de korkunç...
     
       Sonra İhtikli Süleyman bir yerde parmağıyla karşıları gösterdi: “Aha buradan gider İhtik’in yolu. Allah vere de yağmur yağmaya. Yoğusam meşakkatli olacak işimiz” Süleyman kendini değil bizi düşünüyordu. Yoksa bu yollarda saatlerce değil, günlerce yürümek peynir – ekmek kadar kolaydı İhtikli Süleyman için. Süleyman da dağdan korkacak göz mü var?

        VE KAYMAKAM DÜŞÜNÜYORDU

      Öğle sonrası Kemah Kaymakamı Ahmet Şensoy’yu ziyaret ettik. Yer – yer çatlamış, rengi kayalarca boz hükümet binasının karanlık bir odasında Kemah’ı düşünüyor olmalıydı Kaymakam. Yolunu, ışıksızlığını, doktorsuzluğunu ve okulsuzluğunu düşünüyordu kara kara. Ve çıkış arıyordu. Ağlamaklıydı, ağıtlar gibiydi yüzü. Yokluklar elini kolunu bağlamıştı. Kemahlıların kederini yaşıyordu Kaymakam. Konuştukça diyordu ki : “Kemahlılar her türlü yenilik için hazır. Herşeyleriyle devletin yanında. Yeter ki unutulmuş olmasınlar”. Ve planlı kalkınmada düzeninden hükümetin bunu uygulamaya başlamasından doğan kıvanç vardı Kaymakamın yüzünde, Otuz milyon yurttaş gibi Kemah Kaymakamının da belki de son umudu?..
     
      Bir saaate yakın konuştuk Kaymakam Ahmet Şensoy’la. Ama bir tedirginlik vardı havada. Söz yolculuktan açıldıkça Karasu üstündeki kara bulutlar gibi ta yüreğime iniyordu bu tedirginlik. Çünkü yol kötüydü. Dardı, bozuktu, kayalıktı anlatılanlara göre. Bir de yağmur yağarsa...

       VER ELİNİ ŞİKAR DERESİ

      Şanş işte. Kırk yılda bir yaver gideceği tutmuş gözünü sevdiğimin.
     
      Fırsattır dedik doluştuk kaymakamın jeepine. Kaymakam, Kanadalı emekli diplomat Miss Elizabeth MacCallum, ben, sağlık memuru Özdemir bey, İhtikli Süleyman ve direksiyonda ilçenin ziraat memuru ve de Kemah’ın yerlisi Şehzat Selçuk. Yağmur yoktu, yağacağı da yoktu, yol da iyiceydi ammaa, dağları gördükçe, gideceğimiz yollara şöyle aşağıdan yukarı bir baktıkça görev, ekmek parası ne bileyim ben, gerilerde kalır gibi oldu birazcık.
     
      Yaşamak ne güzelmiş meğer, can tatlıymış meğer. Amma serde erkeklik de var. Sapsarı sustum, ve de hepsi sustular...
     
      Jeep tırmanmaya başladı. Başladı amma biraz sonra da durdu. Şehzat Selçuk’un dediğine göre motora benzin gelmiyormuş. Hele bunu da görünce haniyse “hele siz gidedurun ben yürüyerek gelirim arkanızdan” diyesim geldi. Aşağılara baktıkça başı dönüyordu kişinin. Karasu boz yılanlar gibi uzuyordu dağın altında. Ve kayalar bıçak gibiydi. Utandım. Dayanacaksın dedim, sapsarı da olsa geçeceksin bu yollardan, İhtik’e gideceksin işte. Yıllardır buralardan geçenler insan değil mi, onların karıları, çoluk – çocukları yok mu, onlar da can taşımıyor mu? Yoksa yaşamayı senden daha mı az seviyorlar?.. Utandım, ve düşündükçe biraz daha sustum sapsarı...


Gelecek Yazı : Şikar deresinden İhtik'e



Yayına Hazırlayan:
Abdullah Bozdemir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder